NARZİSS VE GOLDMUND

narziss-ve-goldmund-549755-43-O

Yıllar önce ben her ay Atlas Dergisini takip ederken, Özcan Yüksek Atlas Dergisinde yazarken bu kitap ile ilgili bir inceleme yazısı vardı. Özcan Yüksek çok severek okuduğum bir gezgin, macera gazetecisi ve bence dünyayı iyi yorumlayabilen  yazarlardan biridir. Üç kitabın karakterlerinin birbirleriyle olan benzerlikleri üzerine, daha çok da erkeklerin yalnızlığı üzerine bir incelemeydi. O kitaplar Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Yaban, Albert Camus-Yabancı ve Hermann Hesse-Narziss ve Goldmund. Yaban henüz okumadım, ama Yakup Kadri’nin yazı diline hayranım, inanıyorum ki okumakta geç kaldığım kitaplardan biri. Camus’nun Yabancısını da iki kez okudum. Hatta Zeki Demirkubuz’un Yazgı adlı filmi de Yabancı’dan uyarlama, nefis bir filmdir. Narziss ve Goldmund’u yıllar önce aldım, hep korktum okumaktan, elim bir türlü gitmedi. En sonunda Aralık ayı kitap okuma gurubumuzda benim seçimimle okumaya başladık ve iyi ki de bu şekilde oldu. Eminim kitap hakkında konuşacak çok şeyimiz olacak. Guruplarla okunan kitaplar akılda  daha kalıcı oluyor, üzerine konuşuldukça çoğalıyor sanki, okurken atladığın kısımlar  tekrar gözden geçiriliyor .

Kitabın ilk sayfaları kestane ağacı, manastır ve çevresinin tasviriyle başlıyor. Öyle güzel bir başlangıcı vardı ki, dedim çok güzel ve doyurucu bir serüvene doğru yola çıkıyorum. Manastıra gelen güzel Goldmund ve Yunan Bilimci Narziss’in aralarındaki dostluğun anlatımı su gibiydi ilk 100 sayfada. Sonra Goldmund kendi yolunu çizmek için manastırdan ayrılıyor. Ortaçağ Avrupası’nda yine tasvirlerle güzel bir yolculuğa çıkarıyor Hermann Hesse bizi, yani Goldmund üzerinden dönemi tanıtıyor. Goldmund’un kadından kadına sürüklenen bir yaşam sürmesi ve sanatçı kişiliğinin açığa çıkmasıyla kitabın seyri değişiyor. Goldmund’un kendisini bulmasında elbette ki en büyük etki Narziss ve de annesinin yüzünü arayışı. Goldmund dünyanın karanlık yüzünü de görüyor ve bununla birlikte din, ahlak ve Tanrı sorgulamasını yapıyor.Ancak ben bazı bazı çok yoruldum bu yolculukta. Tekrarlar fazla geldi. Hep bir heyecanla Narziss’e kavuşmasını bekledim. Sanırım taraf tut deseler gönlüm Narziss’e daha yaktındı. Her şeye rağmen  tasvirler oldukça doyurucu, kokuya, renge bürünerek olaylar güzel aktı, yazarın hakkını vermek lazım.

Narziss mitolojideki gibi güzel değil, aksine çirkin. Ama bilgisine herkes hayran. ‘Kendine hakim, serinkanlı, önyargılardan uzak sürükleyici sesi… Onun dimdik endamlı vücudu, serinkanlı çakıp sönen gözleri, bir duruluk ve sağlamlıkla heceleri oluşturan diri ve gergin dudakları, adeta kanatlanmış uçan yorulmaz sesi içini kıvançla dolduruyordu.’ sayfa 17 de Goldmund’un Narziss hakkında ilk izlenimleri böyleydi.  Goldmund da tersine çok güzel. Burada mitolojideki Narsiss ikiye bölünmüş gibi.  Narziss gerçeğe ulaşmada akıl ve sağduyu, Goldmund ise sezgi ve tutkuyu temsil ediyor. İkisi de bir bütün aslında birbirini tamamlayan. Seçilen yollar arasındaki zıtlık dengesi çok iyi kurgulanmıştı. İki erkek arasındaki sevgi hiç söylenmese de zaman zaman masum bir aşkı andırıyor. Bu da kitaptaki en büyük gizemdi. Narziss’in Goldmund’a olan sevgisi sayfa 35 de özetlenmişti aslında. ‘onu gereğinden çok seviyordu ve işte bu da bir tehlikeydi kendisi için; çünkü sevgiye doğal bir durum değil, bir mucize gözüyle bakıyordu.’  Birbirlerinden uzak iki dost nasıl daima birlikteydi, bunu çok iyi hissediyoruz. Güneş ve Ay gibiydiler, amaçları iç içe geçmek değil, birbirlerine dönüşmek değil, birbirlerini tanımak, gerçekte nasılsalar öyle görüp buna saygı duymak ve birbirlerinin bütünleyici parçası olmaktı. Her şeyi arkada bırakıp gidebilmek ile, güvenli ve aynı yerde kalmanın sıkıcılığı ama yine dönüp dolaşıp aynı yerlere dönme istediğinin gücü hakimdi. Goldmund’un ruhunda sakladığı gizin ardında annesi vardı, unuttuğu, hatırlayamadığı annesi.Kadınlarda hep annesini aradı. Babasından ise hiç söz etmedi onu manastıra bıraktığından beri. Babası korkuyordu , çünkü Goldmund annesine benziyordu.

Kadınların doğum yaparken yüzlerindeki acı ifadesiyle, orgazm esnasındaki tatminkar yüzden farksız olmadığını farkediyor Goldmund. Acı ve hazzı birbirine iki kardeş gibi benzetmesi de ondandı.

Sayfa 234 de vebadan geçerken gördüklerini anlatırken Tanrı’ya isyanını bugün çoğumuz savaşlar karşısında yapmıyor muyuz?

  • Sana olan güvenimi yitirdim, Tanrım, ne kadar kötü yaratmışsın dünyayı, onu ne kadar kötü yönetiyorsun…. Yoksa bizi büsbütün aklından çıkardın mı Tanrım?

Kendisi için sevgi,acı ve tutku demek olan kişiler de yaptığı heykelleriyle isimden, bir tarihten yoksun, insan yaşamını sessiz, suskun simgeleyeceklerdi. Ölümden sonra yaşamını sürdüren tek şey sanat eserleriydi.

Goldmund’un serüveninden sonra kendisiyle hesaplaştığı cümleler çoğumuzun aklından geçenlerin bu kitaba bir yansımasıdır. 

  • Anlaşılan tüm varoluş ikilik üzerine, karşıtlıklar üzerine dayanmaktaydı; ya kadın ya da erkekti insan, ya gezgin ya da belli bir yere kök salmış yerleşik biri. ya duygusal ya mantığıyla davranan biriydi. Birini kazanmak için ötekini gözden geçirmek gerekiyordu. …. ormanları, çiçekleri ve mevsimleri yaratan Tanrı bir hain olamazdı. Ne var ki, yarattığı dünya bir çatlağı içermekteydi, yaratılış eylemi başarısız olmuştu. Yani her şey ilk günahtan kaynaklanmıştı. (s.254)

Goldmund için hayatının üç aşaması vardı;

  1. Narziss’e olan bağımlılığı ve bundan kurtuluşu,
  2. özgürce göçebe yaşantısı
  3. dönüp gelişi ve kendi iç alemine dalışı

Peki ya Narziss? Aklıma bunları okurken Murathan Mungan’ın Kimdi giden kimdi kalan şiiri geldi.

Goldmund ölüme giderken bilgin Narzissin cevaplayamayacağı soruyla gitmiştir. Son sayfadaki vurucu son söz;

“peki,sen bir gün nasıl öleceksin, Narziss,bir annen yok çünkü ? Annesiz insan nasıl sevebilir,annesiz nasıl ölebilir ?

Kitapta Goldmund’un her geçtiği yerleşim yerinde saçını pencerede tarayan kızlar vardı. Sanırım bu ortaçağın bir özelliğiydi. Alphonse de lamartine Graziella kitabında da bir kadın sürekli pencerede saçını tarıyordu.

Aklıma sık sık Umberto Eco’nun Gülün Adı gelmesinin sebebi olayların manastırda geçmiş olmasıydı belki de. Hep bir oğlancılıktan bahsedeceğini bekledim ama yoktu.

Kamuran Şipal’in de mükemmel çevirisine değinmeden olmaz.  Şipal; Franz Kafka, Heinrich Böll, Thomas Mann, Robert Musil ve Hermann Hesse gibi dünyaca ünlü yazarların eserlerini Türkçe’ye kazandırmasıyla biliniyordu.
93 yaşında 19 Eylül’de hayata veda etti. Artık yeni çevirilerini okuyamayacağız ancak bize kazandırdıkları yeter sanırım. Kendi kaleminden çıkan Dua Çiçeği kitabını da okumak istiyorum ama şuan piyasada satışı yok.

 

Yorum bırakın